İran’ın sosyal, siyasal ve ekonomik durumu üzerine

Üzerinde çok konuştuğumuz ama en az bildiğimiz bir ülke İran. Elbette anlaşılması kolay bir toplum veya sistem değil. Bir kere hariçten basmakalıp yaklaşımlarla çözümlenmesi zor. 2015 yılında, Tahran ile Batı dünyası arasında gerçekleştirilen ve “Yüzyılın anlaşması” denilen tarihi bir uzlaşma, İran’da büyük sevinçle karşılanmıştı.Tahran’ın nükleer programını denetime açması ve sınırlandırması karşılığında, Tahran yönetimine uygulanan petrol, […]

İran’ın sosyal, siyasal ve ekonomik durumu üzerine
  • 25 Mayıs 2018 11:01

Üzerinde çok konuştuğumuz ama en az bildiğimiz bir ülke İran. Elbette anlaşılması kolay bir toplum veya sistem değil. Bir kere hariçten basmakalıp yaklaşımlarla çözümlenmesi zor.

2015 yılında, Tahran ile Batı dünyası arasında gerçekleştirilen ve “Yüzyılın anlaşması” denilen tarihi bir uzlaşma, İran’da büyük sevinçle karşılanmıştı.Tahran’ın nükleer programını denetime açması ve sınırlandırması karşılığında, Tahran yönetimine uygulanan petrol, doğal gaz, bankacılık, finans, havacılık ve deniz taşımacılığı alanlarındaki yaptırımlar kaldırılırken, İran’ın yurt dışındaki yaklaşık 100 milyar dolarlık varlığı da serbest bırakılacaktı. 3 yıl sonra, bir başka ABD Başkanı bu tarihi anlaşmayı çöpe attı.

Zaman zaman Fars yayılmacılığı ve mezhepçilik suçlaması yaptığımız ve duruma göre de komşumuz olduğunu ara ara yine hatırladığımız ülkedir İran.

İran, 20. yüzyıla tarıma dayalı geri kalmış bir ekonomiyle girerken, yüzyılın sonunda, artık elinde nükleer bir programı olan bir ülkeydi. İran coğrafyası, yüksek ovalar ve geniş çöllerden meydana gelir. Ülkenin yüksek bir ovadan meydana gelen bölümü kuzeyde Elbruz Dağları, güneyinde Basra Körfezi, güneybatıda ise Zağros Dağları, doğusunda Horasan’ın dağları ve batısında Irak bozkırları ile sınırlıdır. İran, Ruslar ile yapılan “Gülistan” ve “Türkmençay” antlaşmalarıyla, Britanyalılar ile yapılan “Paris” antlaşmasıyla hemen hemen hiç bozulmadan günümüze kadar gelen sınırlarını belirlemiş oldu.

İran’ın ulusal kimliği İslamiyet Şiilik ile İslamiyet öncesinde Med, Pers ve Sasani gibi büyük imparatorluklarla özdeşleşmiştir. Ana-babaların çocukları için seçtikleri isimler de bunu kanıtlar. Şiiliğin etkisiyle Ali Mehdi Rıza Hüseyin, Firdevsi ve onun Şehname’si aracılığı ve Antik İran’ın etkisiyle; İsfendiyar Rüstem Erdeşir, Gave, Behram isimleri görülmektedir. Yüzyılın başında nüfusun yaklaşık %85’i köylerde iken yüzde 15’ten azı şehirlerde yaşıyordu. Bebek ölümleri yüksek rakamlarda seyrediyordu.İnsanların gündelik korkuları: batıl inanışlar, eşkıyalar ve sıtma, dizanteri difteri, verem, suçiçeği, kolera gibi bulaşıcı hastalıklardı…

Kaçarlar 1796 yılında hanedanlarını kurarak yaklaşık birkaç yüzyıldan daha fazla devleti idare ettiler Şahenşah -Şahlar Şahı- Padişah, Zillullah gibi muhteşem unvanlar kullanan şahların otoritesi başkentin dışına çıkmazdı. Şah, ülkeyi bürokrasi ya da düzenli orduyla değil de aşiret reisleri, toprak ağaları, ruhani liderler -İran toplumu zaman içinde değişip şekillenirken bu gruplardan yalnızca ruhani sınıf kalmıştır- vasıtasıyla yönetirdi ki zaman zaman aşiretlerin elindeki silahların şahın düzenli ordusunu yenebilecek güce ulaştığı yönünde bir algı da vardı. Şahlar, zaman zaman evlilik yoluyla taşralı aileler arasında ilişkiler kurarlardı. Feth Ali Şah, sistematik olarak bini aşkın kadınla evlenip geride yüz kadar çocuk bırakarak taşralı aileler arasında ilişki kurmuştur.Bu sebepten halk arasında “Her tarafı develer, bitler ve şehzadeler istila etti.” yollu iğneli sözler edilirdi. Kaçarlar; Safeviler, Şiiliği İran’ın resmi dini yaptıklarından bu yana, İran çevresindeki Sünni baskıyı kırmak ve kendi tebaları arasında bağları güçlendirmek için Muharrem ayını ve bu ayda kullanılan ritüelleri kullanmışlardır. Anma temsillerinin sergileneceği tiyatrolar inşa ettirilip bu merkezleri parasal yönden destekliyorlardı. Ülkenin yüzde 85’inden fazlası Şii olmasına rağmen Kaçarlar “Kitap Ehli” muamelesi yaptıkları Hıristiyan, Yahudi ve Zerdüştilere ibadethanelerini, okullarını açma; kendi vergilerini toplama, kendi liderlerini seçme imkanlarını verirlerdi. En büyük azınlık olan Bahailer, Şiiliğin iç ayrılığı sebebiyle hukuki statüden yoksundular fakat Nasreddin Şah’a yapılan suikasttan dolayı acımasızca cezalandırılsalar da varlıklarını korumayı başarabildiler.

Rusya’nın Hazar Denizi’nde denetimi ele geçirmek istemesi aynı şekilde Büyük Biritanya’nın benzer bir denetimi ele geçirmeye çalışması, buna karşılık Kaçarların yabancıların nüfuzlarını sınırlandırmaya çalışmaları beceriksizlik nedeniyle sonuçsuz kalınca ve devletin bütçe açığı kapatılamayınca devlet imtiyaz satmak ve borç almak zorunda kaldı. Nasreddin Şah, Baron Reuter’a 200.000 dolarlık bir satış ve satılan imtiyazın yıllık kârından yüzde 60 pay alınca Curzon, “Bir hükümdarın kaynaklarını hayal bile edilemeyecek şekilde, tarihte eşi hiç görülmedik ölçüde tamamen yabancı ellere teslim edişi” demekteydi ki antlaşma zorunlu olarak iptal edildi. Curzon’un karaladığı bu antlaşmanın daha kapsamlısı 1919’da İngiltere –İran arasında yapılacaktı.Böylece Petrol imtiyazları dönemi de başlamış oluyordu.

Nasreddin Şah, 1891’de tütün satışı ve ihracatını başka bir İngilize verince bu antlaşma da iptal edildi.Rusların muhalefeti, tüccarların ve dini liderlerin başını çektiği tütün boykotu, Meşrutiyet Devriminin de provası olmuştu.

Devrim

İran Devrimi, kökleri daha eskiye dayanmakla birlikte (1904-1905) devletin iflası, enflasyon ve ekonomik bunalımın koşulları dayanılmazlaştırıyordu. Şah, hükümetin ve ülkenin kaymağını yiyen yozlaşmış saray çevresine paçasını tamamen kaptırmış, babasından miras kalan hazinelerle ülkenin arazilerini elden çıkartmıştı. Dış borçlardan medet ummak zorunda kalmış, gelen paraları da ya dış seyahatlere ya da saraylılara saçmıştı.

İran’daki Meşrutiyet devrimi, güçlü bir merkezi devletin olmaması sebebiyle başarıya ulaşırken, aynı şekilde güçlü bir merkezi devletin olmaması, büyük ümitler doğuran ve doğurduğu ümitleri boşa çıkaran devrimin başarısız olmasına sebep olmuştu. Devrimi oluşturan üç ana unsur vardı: Geleneksel çarşı tüccarı, ulema ve reformcu orta sınıf. İran’da yabancı ekonomik faaliyetlerin başlaması çarşı esnafını, şehirli tüccarları ve loncaları vurdu. Düşük gümrük tarifeleri tüccarın rekabet etme imkanını elinden alıyordu. Bu, çarşı esnafının ekonomik hayatına yönelik bir tehditti. Ulema da çarşı esnafıyla yakın bağlar içinde olduğundan, dini kurum üyelerinin de ticari faaliyetlerden zarar gördüğü söylenebilir. Avrupa dünyası ile ilişkiler kuran “aydınlanmış düşünürler” dedikleri bir orta sınıf, dünyayı, Fransız Aydınlanması aracılığı ile algılıyordu. Avrupa’yı örnek alan orta sınıf; soylular, bürokratlar, subaylar ve hatta şehzadelerden oluşuyordu.Bazıları Avrupa’da eğitim görmüş, bazıları tercüme kitaplar edinmişlerdi.Tüm bu grupları birleştiren, şahın aşırılıkları ve yabancı sömürüsüydü. Pazardaki kepenk kapatma hadiseleri, Rusya’nın Tahranda şube açmak için kimsesizler mezarlığını satın alması ve ölülerin mezarlardan çıkartılması, geniş çaplı protestolara neden oldu. Bu arada yaşlı bir seyyidi öldürmeleri, aralarında kadınların da bulunduğu bir grubun, şehit olmaya hazır olduklarını gösteren beyaz kefenler giyerek valiyi protesto etmelerine yol açtı. Başlangıçta Saray, protestocuları “İngilizler’e satılmış hainler” olarak ciddiye almamış olsa da genel grev tehdidi ve protestoların devam etmesi sonucunda, şahın da “ücretini ödemediği askerleri” ile yapabileceği bir şey yoktu. 5 Ağustos 1906 günü, Şah, kurucu Meclis için seçimlerin yapılacağını bildirdi.

İran’da Anayasa

Kurucu Meclis, ulusal meclisin seçilmesi için çıkardığı seçim yasasına göre delegeler; tarım arazisine sahip toprak ağaları, kira ödeyen esnaf ve zanaatkarlar, din adamları ve liberal seçkinlerden oluşuyordu. Adayların Farsça okuyup yazma şartı getirilmiş olup düşük ücretli işlerde çalışanlar ile kadınlar hariç tutulmuştu. Sansürün kaldırılması engelleri yıkmış, Devrim öncesi 6 olan gazete sayısı Kurucu Meclisin açılışında 90’ı aşmıştı. Yeni anayasa yurttaşlara bir dizi insan hakları getirmişti: İnsan hayatının, mülkiyetinin korunması; ifade ve örgütlenme özgürlüğü, yasalar önünde eşitlik, adil yargılanma ve tutuklanmama güvencesi. Ayrıca eşit genişlikte yeşil, beyaz, kırmızı renklerden oluşan ve üzerinde aslan ve güneş arması işlenen ulusal bayrak kabul edildi. Şiilik, İran’ın resmi dini oldu. Kabinede yalnızca Şii Müslümanlar yer alabilecekti. Yürütme “kafir kitaplar’’ ve “habis fikirleri” yasaklayabiliyordu. Yasama organı şeriata aykırı yasalar çıkaramaz.Yargı devlet ve din mahkemeleri olarak ikiye bölünmüştü. Din mahkemelerinde şeriatı uygulama yetkisi din adamlarının elindeydi.

İç Savaş

Muhammed Ali Şah tahta çıktığı zaman, parlamenter idareye boyun eğmek zorunda kaldıysa bile kısa zamanda güçlendi. Almanların tehdidine karşı korkuya kapılan İngilizlerin, Asya’da, Rusya ile süregelen anlaşmazlıklarını çözüme ulaştırmaya karar vermeleri; Meclisin vergi sisteminde reform yapmaya çalışması ve buna bağlı olarak gelen tepkiler; liberallerin daha geniş kapsamlı laik reformları önermesi özellikle dini azınlıkların ve kadın haklarında iyileştirmeler istemeleri karşısında Şeyh Fazlullah Nuri, liberalleri lanetleyen fetvalar yayımladı.

Şeyh Nuri, 1907 yılının Aralık ayında Top Meydanı’nda topladığı kalabalığa, liberalleri, dini küçümseyen ve “yeryüzüne fesat tohumları eken zamane jakobenleri” diye suçluyordu. Tahrik edici sözlerle harekete geçen zorbalar, yoldan geçmekte olan başına Avrupai şapkalar takmış olanlara saldırdılar. Tahranda, Muharrem törenleri dahil bütün toplantılar yasaklandı. Muhammed Ali, Kazak Tugayı’nı, Meclis’i kapatmaya gönderdi.Önde gelen mebuslar tutuklandı, bazıları idam edildi. Darbe, iç savaş ve kaosa sebep olmuştu. Şah,Tahran’ı tutuyor fakat meşrutiyetçilere sadık diğer bölgeler şahın otoritesini kabul etmiyordu.1909 yazında başkent tekrar ele geçirildi, meşrutiyet yeniden yürürlüğe girdi.Rus sefaretine sığınmış olan Muhammed Ali Şah’ın yerine genç oğlu getirildi. “Yeryüzüne fesat tohumları ekenler” diyerek halkı galeyana getiren Şeyh Fazlullah Nuri de “Yeryüzüne fesat tohumları ekme” suçundan Top Meydanı’nda halkın gözü önünde idam edildi. Sonraki dönemler de Meclis, reformcular, çarşı esnafı, ulema arasında sürekli bir çekişmeye sahne oldu. Meclisteki tartışmalar Tahran sokaklarında silahlı çatışmaya dönmeye başladı. Meclis hükümeti iç tartışmalarla parçalanırken aşiretler vergi vermeyi reddettiler. İran’da petrolün bulunmasıyla birlikte İngilizler, güney İran’ı işgal ederken Ruslar da kuzeyden işgale başladılar ve Amerikalı danışman Shuster azledilmediği takdirde Tahran’a gireceği ültimatomunu verdiler. 1. Dünya Savaşı’nda, İran tarafsızlığını ilan etse de çok geçmeden büyük devletlerin savaş alanı oldu. Meclis kapatıldı ve İran hareketleri İngiltere ve Rusya tarafından izlenen kabine tarafından yönetildi. İran bir anayasa kazanmış, Kaçar şahlarının otoritesi ortadan kaldırılmıştı. Ancak çarşı esnafı , ulema ve reformcu koalisyon hükümet etme baskıları altında dağılmakla kalmamış onları bir araya getiren sebep de (İran’da yabancı varlığının azaltılması) gerçekleşmemişti.

Rıza Şah

Rıza adlı askerin çocukluğu hakkında çok az şey biliniyor. Asker kökenli bir aileden geldiği ve küçük iken babasını kaybettiği ayrıca sarayda seyis yamağı olarak da çalıştığı ve yarı cahil olduğunu iddia edenler de vardır. On beş yaşında “Kazak Tugayları”na katılmak için başvuruyor.Yirmili yaşlarına kadar isyancılarla,haydutlarla ,gerilla ordularına karşı saldırılar düzenliyor. Düşmanlarını Maxim tüfeğiyle öldürmesi meşhur olduğu için Adamları ona “Maxim Rıza” diyorlar. Rıza Han, Şah’ı tahtından indirmemek şartı ile İngiliz general İronside ve Winston Churchill’in sağladıkları para ve cephane ile birlikte 21 Mart 1921 de üç bin kişilik Kazak Tugayı ile birlikte Tahranı ele geçirdi ve ardından sıkıyönetim ilan etti. Rıza Han 1923’te başbakan oldu; ondan sonra Ahmet şah’a bir Avrupa tatilinin kendisine iyi geleceğini telkin etti.Şah ise bu üstü kapalı tehdidi anladı ve dönmemek üzere Paris’e gitti. Rıza Han, Kurucu Meclisi toplayıp “beni Kral yapın” dedi. Parlamento kararsız olsa da başka seçeneği olmadığından 4 muhalif oyla İran tahtına Rıza’yı oturtmaya karar verdi. Muhalif oylardan biri, tek adama bu kadar fazla güç vermenin ülkeyi Zanzibar’dan daha geriye götüreceğini söyleyen Muhammed Musadık’tı. Rıza Han, krallara layık bir merasimle taç taktı.Taç giyme töreninde Meclis Başkanı tacı uzatmak için öne çıktığında, Rıza Han’ın tacı onun elinden alarak “bir başkasının başıma takabileceği bir şey değil” dediği rivayet edilir. Rıza Şah’ın gerçekleştirmek istediği reformlar Atatürk’ün Türkiye’de yaptıklarından farksızdı. Rıza Şah’ın ilham kaynağı hükümdarlık hayatları yaklaşık aynı şekilde ilerleyen Mustafa Kemal Atatürk’tür…Parçalanmış bir ulus almış, onun kalıntıları üzerine modern devletin temellerini atmıştı. Vilayetlerdeki haydutları temizledi, bunu yeniden örgütlediği bir orduyla halletti.Orduyu bir tür okul haline getirdi. Eski Pers ülkesinde kadınlar sığırlar kadar hakka sahipti, onları özgürlüklerine kavuşturma işine girişti. Erkeklere kadınlardan daha kolay boşanma hakkı veren yasalara dokunmasa da Türkiye’den de ileri giderek kadınların peçe takmasını yasakladı. Dini örgütlerin gücüne direndi. Rıza, İran’ı modernleşme yoluna soktu ama aynı zamanda mutlakiyet modelini güçlendirdi. Muhalif eleştirilere, düşüncelere hoşgörü göstermedi. Anayasal Devrime sözde bağlı idi ama demokratik özüne karşıydı. 2. dünya Savaşı başladığında İran tarafsızlığını ilan etse de Rıza şah’ın Alman yanlısı olduğunu bilen İngiltere ve SSCB, İran’ı işgal ettiler. İç muhalefetle başa çıkmak için kurulan ama yabancı istilasına hazır olmayan ordu, 3 gün dayanamadı.Rıza Şah oğlu Muhammed Rıza lehine tahttan feragat ederek İngiliz gözetiminde Güney Afrika’ya yerleşti. 1944’te Johannesburg’da öldüğünde ardında 3 milyon sterlinlik bir banka hesabı ve 1 milyon 200 bin hektara yakın çiftlik arazisine sahip olduğu tahmin edilmekteydi.

Musadık

Savaş bitince İranlılar politik hayatta tekrar özgürleştiler. Şah Muhammed, babası gibi diktatörlüğün hayallerini kurarken İranlılar tam tersini düşünüyordu. Muhammed Musadık ise bu konuda herkesten ateşliydi. Soylu bir toprak sahibi ailesinin çocuğu olan Musadık, Paris ve İsviçre’de okumuş, Nauchatel Üniversitesinde hukuk doktorasını yapan ilk İranlıydı. 1925’te Rıza Şah’ın dikta rejimine itirazı yüzünden ev hapsine konmuş, 1943’te meclise seçilerek tekrar politikaya dönmüştü. Kendisine batılıların taktığı birçok lakabı vardı. “ihtiyar Mossi”, “baygın fanatik”, “Robespierre bozuntusu”, “Şark kurnazı”, “demagog”. 1950’lerde ülkenin en popüler şahsiyetiydi. Ödün vermez bir demokrat,ulusal bağımsızlığın ateşli bir savunucusu;İran’ın en vicdanlı, en dürüst vatandaşlarından biriydi. 1951‘de Musadık başbakan seçilir seçilmez AİOC’nin (Anglo-İranian Oil Company) millileştirilmesini parlamentodan geçirdi. İngilizlerin sömürdüğü “İran Cevheri” artık İranlılarındı. Petrolün millileştirme yasası geçince AİOC dünya çapında İran petrolüne boykot çağrısı yaptı. İngiltere, Basra Körfezi’ndeki deniz kuvvetlerini artırdı.1952’de ABD’de boykota katılınca İran, petrolünü satamaz oldu. Boykotun yarattığı ekonomik sıkıntılara rağmen Musadık, millileştirme konusunda ödün vermedi ve İngiltere ile diplomatik ilişkilerini kesti. Musadık’ın ülke içerisinde yaptığı reformlar yerleşik çıkarları da hedef aldı. Ayrıca ulema da reformların laik yönünden kuşkuya düştü. Muhafazakarlar koalisyondan ayrılmaya başlayınca, Tudeh’in en büyük siyasal güç olarak ortaya çıkmasına yaradı. Ordu içindeki komplocular ile İngiltere ve ABD’nin amaçları birbirleriyle bağdaşıyordu. Canlanan Tudeh’in ülkeyi Sovyet kampına çekeceğinden korkan Washington, Londra’nın da katılımıyla Musadık’a darbe yapmak amacıyla Tahran’a CİA ayanları gönderdi.

İşe, Musadık’ı kötülemeleri için gazete köşe yazarlarına, mollalara rüşvet dağıtılarak başlandı. Musadık’a ateist homoseksüel, Yahudi, Britanya casusu dediler. “Musadık’ı ve komünizmi seviyoruz” diye bağırıp vitrinleri kıracak çeteleri para ile tuttular. Musadık’ın evinin önünde toplanan gruba, askeri birlikler ateş açınca yaklaşık üç yüz kişi öldü. Ateş sona erdiğinde Musadık dönemi de sona ermişti.

Amerikan Başkanı Eisenhower, bu darbeyi “İran halkının komünizme karşı tepkisi, monarşilerine derin sevgisi” olarak belirtmişti. Darbe, Ulusal Cephe ve Tudeh Partisi’ni mahvetmiş; milliyetçilik, sosyalizim, liberalizim yerine İslami köktendinciliğin konmasına yardım etmişti. Darbe ile birlikte İranlıların gözünde emperyalist güç artık yalnız İngiltere değil, onunla işbirliği yapan Amerika’ydı. Amerikalılar İran’ı suçladığında, tehdit ettiğinde İranlılar: “Bir zamanlar bizim bir demokrasimiz vardı ama siz onu elimizden aldınız!” diye haykırıyorlar.

Muhammed Şah ve Beyaz Devrim

Muhammed Şah, az daha tahtına mal olacak olayların yaşanmaması için gerekli adımları atmaya başladı. Petrol gelirlerinin yüzde 50’sini veren anlaşma yapıldı. ABD’den yaklaşık 500 milyon ile 1 milyar dolar arasında askeri yardım alındı. Muhalefetin canlanmaması için CİA ve MOSSAD’ın yardımlarıyla İç güvenlik örgütü SAVAK kuruldu. Şahın demokrasi görünümü vermek adına benimsediği ikili partili sistem o kadar kısıtlama altındaydı ki İranlılar bunlara “evet” ve “evet efendim” partileri adlarını takmışlardı. Tüm muhalif örgütler yasaklandı. Şah’ın “Beyaz devrim” dediği reformların içinde toprak reformu ve okuryazarlık ordusunun kurulması ile İran’da okulların sayısı 3’e katlandı. Karayolları ve demiryolları yapılanması, sanayi yatırımına ağırlık verilmesi , kadınlara oy hakkının verilmesi…Çok eşlilik kaldırılmadı fakat kocanın yeni bir eş almadan, önceki eşinin rızasını alması şart koşuldu. İran’da suç işleyen bir Amerikalı askerin İran mahkemelerinde yargılanmaktan muaf tutulacağı şartlı bir anlaşma, İran halkını patlama noktasına getirdi. Altmış yaşlarında bir din adamı, Kum şehrinde, Şah’ın Amerika yardakçısı olduğunu ve İran halkını Amerikan köpeğinden daha alt seviyeye indirdiğinden bahsediyordu. Şah’a sert muhalefet eden bu yaşlı din adamı Ayetullah Ruhullah Humeyni’den başkası değildi. Şah ise Humeyni’yi, Türkiye’ye sürgüne gönderdi. Türkiye’de bir yıl kaldıktan sonra Irak’ta Şiilerin kutsal kenti Necef’te kalmasına izin verildi. 1978’de Paris’e gönderilene kadar orada yaşadı.

Humeyni sürgündeyken de Şah aleyhine konuşmaya devam etti. Konuşmaları ve vaazları kasete alınarak gizlice İran’a sokuluyordu. Kum kentinde öğrencilerin şah rejimini suçlayan protesto gösterilerinde, ordu birlikleri pek çok öğrenciyi öldürdü. İleri gelen ruhani liderler İran halkına Kum’daki ölümlerin kırkıncı gününde camilerde toplanarak anma çağrısında bulundular. Siyasal protestoyu yönetme ve yönlendirme işi, din kurumlarına geçiyordu. 1978 yılında İran’ın her bölgesinde protestolar yapılıyor, bir çoğu sert biçimde bastırılıyordu. Lüks oteller, sinemalar içki satan yerler karanlıktaydı. Kitleler büyük şehirlerde “Amerikan şahına ölüm” diye bağırarak yürüyüşler yapıyorlardı. Herkes gerilmiş yay gibiydi. Bu, devrimin ayak sesleriydi. 8 Eylül 1978 Cuma günü, gösterilerde askerler halkı dağıtmak için tank, helikopter dahil ellerindeki her imkanı kullandılar. Yüzlerce sivil ve öğrenciyi katlettiler. “kara cuma” olarak adlandırılan bu olay, Şah ile halkın arasında kan denizi oluşturdu. Rejimin zulmü, halkı Humeyni’ye yöneltti. Devrimci protestonun sonu, Muharrem ayının on günü içerisinde geldi. Yine rejim aleyhtarı gösteriler, dini bir çerçeveye oturtulmakta kullanıldı. 2 Aralık’ta başlayan gösterilerde, göstericiler sokağa çıkma yasağını hiçe sayıp Şah’ı ve Amerika’yı kınadılar, Humeyni’nin geri çağrılmasını istediler. 700 protestocunun öldürülmesine rağmen gösteriler devam etti. 12 Aralıkt’a Tahran’da yaklaşık 2 milyon insan yürüdü. Aryanların Işığı, Tüm Savaşçıların Komutanı Şah Muhammed Rıza uzun bir tatile çıkma gerekçesiyle ailesi ile birlikte taşıyabildiği tüm servetiyle İran’ı terk etti. Bir yıl sonra Mısır’da sürgünde öldü. Ayetullah Humeyni, 1 Şubat’ta zafer gösterileri arasında ülkesine döndü.İki gün süren sokak çatışmaları; 53 yılık hanedanlığın, 2500 yıllık monarşinin sonunu getirmişti. 11 Şubat öğleden sonra Tahran Radyosu’nun tarihe geçecek anonsu: “Burası İran’ın gerçek sesi ,gerçek İran’ın sesi, İslam devriminin sesi.”

Devrim sonrası devlet ve güvenlik güçleri parçalanmış, ekonomi çökmüştü. Tüm örgütler iktidar mücadelesine girdiler. Bu arada Humeyni, düzenli ordudan ayrı olarak muhaliflere karşı kullanılmak üzere kentlerdeki yoksul gençlerden oluşan “Devrim Muhafızları” adlı silahlı gücü kurdu. Devrim Muhafızları, muhalefeti sindirme görevini layıkıyla yerine getirerek Humeyni’nin zaferinde önemli rol oynadı. 1979 Haziran’ında “İslami bir devlet” ilkesini benimseyen ancak din kurumlarına idari ve adli yetki tanımayan anayasa taslağı, Humeyni’nin, anayasanın yüzde yüz İslamiyet’e dayanması gerektiğini belirtmesi üzerine orijinal metin tamamem değiştirilerek halk oyuna sunuldu. Referandumda Humeyni seçmenleri “çekimser” ya da “hayır” oyu kullananları Amerikalılarla suç ortaklığı yapmış olmakla tehdit etmişti. İran siyasal, hukuki ve toplumsal alanda İslamlaşma yoluna girdi. Tam da bu sıralarda ABD Başkanı Carter, Şah’ın kanser tedavisi için ABD’ye girmesine izin verince 1979’un Kasım ayında Humeyni taraftarlarının Amerika büyükelçiliğini işgal edip ABD personelinden 57 kişiyi rehin alarak 444 gün ellerinde tutmaları, ABD kamuoyunda Humeyni rejimine karşı şiddetli bir düşmanlık doğurdu. ADB’nin rehin kurtarma operasyonu başarısız olunca İran kamuoyu da ADB’ye karşı sertleşti. Irak lideri Saddam Hüseyin’in İran’a saldırması “Rehine Krizi”nde olduğu gibi Humeyni ve İslam Cumhuriyeti’ne verilen desteğin artmasına neden oldu.Rejimle ilgili çekinceleri olanlar bile ulusal tehlike söz konusu iken hükümeti desteklediler. 8 yıl süren savaş, Saddam Hüseyin rejimine karşı İslam davası ve İran yurtseverliği birleşince İslam devriminin pekişmesine olanak sağladı ise de bedeli büyüktü. Savaşta ölenlerin sayısının bir milyona yakın olduğu düşünülse de hükümet yetkilileri 160.000 olarak açıkladılar. Irak sınırındaki kentler harabeye döndü yollar ,köprüler,limanlar harap oldu.

İran Toplumunun Dönüşümü

Yeni rejim, İslam hukukunu bilmeyen hakim ve yargıçları eledi, erkeler kravat takmaktan caydırıldı. Kitaplar yeniden yazılıp şehirlerin cadde ve meydanlarının isimleri değiştirildi. Kadınların bol elbiseler giymeleri, başlarını hicap denilen örtüyle örtmeleri istendi. Kadınların boşanma davası açma hakkı ,evliyse okula devam hakkı, hukuk, tıp ve mühendislik gibi konularda eğitim görme hakkı ellerinden alındı. Kızların evlenme yaşı 15’ten 13‘e indirildi. Humeyni ve destekçileri, kadınların, anne ve eş görevini yerine getiremeyeceklerini düşündükleri için kadın özgürlüğüne karşı çıkmışlardı. Kadınların seçme hakkına dokunulmadı. Devrim mahkemeleri; karşı devrimci oldukları, nifak tohumu ektikleri için yüzlerce kişiyi idam etti. Solcular Allah’a, peygambere, Kuran’a inanmadıkları bahanesiyle; dinden döndüler diye öldürülüp cesetleri “Kafiristan” diye tabir edilen yerlere atıldı. 1980’ler boyunca petrol gelirleri düzenli bir şekilde artmaya başlayınca dalgalı da olsa büyüme gerçekleşti. Tüm ülkede inşa kampanyası, okuma yazma seferberliği başlatıldı. Köylere yol, su, elektrik ulaştırıldı. Bebek ölümleri binde 104’ten binde 25’e indi. Okula giden öğrenci sayısı yüzde 60’tan yüzde 90’a yükseldi. Humeyni, 1989 Haziran’ında ölünce iktidarın el değiştirmesi yumuşak oldu. Humeyni’nin ölüm döşeğinde atadığı yirmi beş üyeden oluşan “Anayasal Reform Konseyi” ,Hamaney’i bir sonraki Ruhani Lider olarak belirlemişti. Humeyni’nin ölümünden sonra Rafsancani yüzde 94 oyla cumhurbaşkanı oldu. Hamaney ve Rafsancani bütçeyi denkleştirmeye, bürokrasiyi budamaya başladılar. Temel tüketim mallarını ithal etmeye, borsayı canlandırmaya başladılar. Kalkınma programlarının yanı sıra demir-çelik, petrokimya, otomotiv alanında çalışırken nükleer programı bile devreye soktular. Yıllık nüfus artışının yüzde 3.2 gibi yüksek bir oranda seyrettiği İran’da, iki lider geri adım atarak İslam dininin iki çocuklu ailelerden yana olduğunu duyurarak kadınlar için doğum kontrol klinikleri açtırdılar. Prezervatif ve doğum kontrol hapları dağıtıldı. Aynı zamanda kadınların evlilik sözleşmeleri imzalayarak erkeğin ikinci bir eş almaması için söz vermesi ve boşanma halinde malların eşit şekilde paylaşımının kabul edilmesi sağlanmaya özendiriliyordu.

Rafsancani’den sonra “İran tarihinin özü demokrasi mücadelesidir.” diyen Hatemi, oyların yüzde 70’ini alarak Cumhurbaşkanı seçildi. Hatemi ifade özgürlüğünün, kadın haklarının, hukukun eğemen olduğu açık toplumun önemini savunuyordu. Reform yanlıları Hatemi’nin iki dönem süren Cumhurbaşkanlığında, bir çok kazanım elde ettiler. 2000’li yıllara gelindiğinde sağlık, eğitim, ulaşım ve altyapı hizmetlerinden nüfusun büyük çoğunluğu yararlanabiliyordu. Hatemi, yurt dışı gezilerine katılıyor; uluslararası hukukçulara mahkemelerin recm cezası vermeyeceği konusunda güvence veriyordu. ADB ile kesilen ilişkiler yeniden başladığı gibi ABD dışişleri bakanlığı, 1953 darbesi için üstü kapalı özür bile dilemişti. Birleşmiş Milletlerin kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın kaldırılmasına ilişkin sözleşmesini bile imzaladılar. Gönüllü ahlak zabıtaları olan “Besic milisleri”ne sınırlamalar getirdiler. İnsan hakları avukatı Şiirin Ebadi’nin Nobel Barış Ödülü alması, Cannes ve Venedik film festivallerinde ödüller almaları yeni dönemin başlıca artıları idi.

Bu gelişmelere karşın muhafazakarlar, misilleme yapmaktan geri kalmadılar. Düşünceyi ifade edenlere tutuklanma, basın yayın kuruluşlarına kapatılma ,yeni aydınlara dinsizlik suçlaması getiriliyordu. Suikastlar ve cinayetler birbirini kovalıyordu. Reform yanlıları asıl darbeyi ABD’den aldılar. 2002 yılında ABD başkanı Bush, İran’ı dünya barışına tehdit, nükleer silah üretmeyi amaçlamak ve uluslar arası terörizme destek sağlamak ile suçlayarak “şer ekseni”nin bir parçası ilan etti. Bu suçlama İran’daki muhafazakarların reform hareketlerini bastırmak için bir bahane de olmuş oldu. Aynı zamanda reformcuları da ikiye böldü. Hatemi hâlâ reformların devam edeceğinde ısrarlı iken diğer gruplar ise umutlarının boşa çıktığını düşünüyorlardı. Bu da muhafazakarların seçim kazanmasına yardım etmişti. 2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde katılımın oldukça düşük olması, reform yanlılarının bölünmesi ve sandığa gitmemesi yüzünden Şiiliğin güçlendirilmesini talep eden Mahmud Ahmedinejad rakiplerini geçerek Humeyni dönemi halkçı fikirleri yerine getirmek vaatleriyle seçimi kazandı.

Hakkında zaman zaman ABD’nin Tahran Büyükelçiliğini basan öğrenci grubu içinde yer aldığı yazılan Ahmedinejad, batı karşıtı fikirleriyle biliniyor. Ülkesinin nükleer programdan taviz vermeyen muhafazakar lideri, halefi Ruhani, fevri açıklamalar yaparak İran’a büyük zarar vermekle suçlamıştı. 2009’da cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında Ahmedinejad’ın seçimlere hile karıştırdığı iddiasında bulunmuş, bu itiraz halkası zamanla büyüyerek ülke genelini kapsayacak kadar genişlemiştir. Milyonlarca kişi seçimlerin iptali için sokaklarda gösteriler yapmış, göstericilere karşı devrim muhafızlarının sert müdahalesine izin veren Ahmedinejad’ın kararından sonra sokağa dökülen reformculardan birçok kişi, prorestolar sırasında yaşamını yitirmiştir. Ahmedinejad’ın İstihbarat Bakanı Haydar Moslehi’yi görevden alması, ardından Ayetullah Hamaney’in cumhurbaşkanının kararını bozarak Moslehi’yi görevine iade etmesi üzerine dini lider Hamaney ile arasındaki ipleri germişti ki zamanında Hamenei, Ahmedinejad’ı gözü gibi severdi. Bu olay ile İran’da esas otoritenin dini lider olduğunu görebiliriz.

Ilımlı Muhafazakar
Ahmedinejad’ın yerine, oyların 50,71’ini alan -Refsencani’nin yaşı bahane edilerek veto edilmişti- 64 yaşındaki din adamı Ruhani İran’ın yeni Cumhurbaşkanı oldu. Meclis Başkan Yardımcılığı ve Hamaney’in Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyindeki temsilciliğini yapan Ruhani, Avrupa Birliği’yle yürütülen nükleer müzakerelerde İran heyetine başkanlık etti. Düzenin Yararını Teşhis Heyeti’ne bağlı Araştırma Merkezi’nin başkanlığını da yürüten Ruhani, ılımlı ve pragmatik bir lider olarak biliniyor. Ruhani, reform ve İran ekonomisinin belini büken uluslararası yaptırımların kalkmasını sağlayacağını söylemişti. BM Güvenlik Konseyi’nin, 2010’da, İran’a yaptırımların uygulanmasını öngören 1929 sayılı kararının ardından uranyum zenginleştirerek nükleer silah üretmesinden endişe edilen İran’a yönelik Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Birliği (AB) ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından uygulanan ekonomik ve mali yaptırımlar, İran’ın anlaşma yükümlülüklerini yerine getirdiğini kanıtlamasının ardından kaldırıldı. Anlaşmayla birlikte Tahran yönetimine uygulanan petrol, doğal gaz, bankacılık, finans, havacılık ve deniz taşımacılığı alanlarındaki yaptırımlar kaldırılırken İran’ın yurt dışındaki yaklaşık 100 milyar dolarlık varlığı da serbest bırakılacaktı. Bunun yanı sıra İran’ın uluslararası piyasalara, özellikle Batı ülkelerine petrol ihracatının önünde herhangi bir engel kalmadı.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani dün başkent Tahran’da düzenlediği basın toplantısında ABD’li şirketler de dahil olmak üzere yabancı şirketlere yatırım çağrısı yaptı. İran’ın nükleer programına ilişkin yaptırımlar kalkarken balistik füze programı ve terörizm nedeniyle getirilen yaptırımlar yürürlükte kalmaya devam edecek, silah ambargosu da en az 5 yıl daha sürecek. İran Devrim Muhafızları’na ait şirketlere yönelik ambargolar da kaldırılmayacak.
İran’da yaklaşan parlamento seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanı Ruhani taraftarlarının başını çektiği reformcu kanadın elini güçlendireceği muhafazakarların elini ise zayıflatacağı görüşü hakimdi.

Başa dönecek olursak “Yüzyılın anlaşması” denilen belge Trump tarafından çöpe atılınca “çarşı karıştı”. Ruhani, ABD’nin böyle bir karar alması hâlinde tarihi bir yanlışa düşüleceğini, kimse ile silahları ve savunması hakkında münakaşaya girmeyeceğin, ihtiyacları doğrultusunda; silahlar, füzeler ve tesisler yapacaklarını belirtti. Antlaşmanın taraflarından Avrupa ortakları ortak güvenlik çıkarlarına uyduğu konusunda ortak görüş oluştururken, İran’a Rusya ve Çin’den destek gelirken, İran’ın yaptırımların kaldırılmasından sonra ekonomik avantajlardan faydalandığı ve bunu “bölgeyi istikrarsızlaştırma” faaliyetlerine devam etmek için kullandığını belirten Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), ABD Başkanı Donald Trump’ın, İran nükleer anlaşmasından ayrılması ve 2015’te askıya alınan İran’a yönelik ekonomik yaptırımların en güçlü şekilde yeniden hayata geçirilmesi kararını desteklediklerini açıkladılar .

Gazeteci Fehim Taştekin bir makallesinde şöyle diyordu:
ABD’nin itibar kaybını varsın Amerikalılar dert edinsin! Bize düşen kaygı daha büyük. Çünkü sorun sadece anlaşmadan çekilip İran’a yaptırım dayatmasıyla sınırlı olsa “İran ile ABD arasında geçmişin tekerrürü” der izleme odasına geçebiliriz. Ne var ki Trump’ın adımı daha büyük bir konseptin parçası. Bu konsept (Suudi Arabistan, BAE ve İsrail’in arzularına göre işlerse) bölgeyi topyekûn cehenneme sürükleyecek yolları açıyor.

Elbette, İran’ın manevra kabiliyeti ve koyu muhafazakâr tonlarına rağmen pragmatizme geniş yer veren siyaset tarzı, hariçten yazılan senaryoları da açığa düşürebilir. Dış tehditler karşısında kabaran “ulusal gurur” hâlâ İran’da birleştirici rol oynuyor. Zaman zaman İran’ın 3 bin yıllık geçmişine ve kültürüne hürmeten laflar etseler de Amerikalıların, tarihsel derinliği olan bu tür ülkeleri okuma ve anlama becerisi zayıf. İran rejimi, mutlak kaosu ve çöküşü önlemek için kendi tarzınca esneyebildiği kadar esneyebilir. İran, Trump’ın 4 sütunluk imzasıyla çökseydi şimdiye kadar Kongre’de alınmış onlarca yaptırım kararıyla çökerdi.

İZNEWS | Rüştü Nar

Ayrıntılı okuma için yararlanılan kaynaklar:
1—Ervand ABRAHAMIAN, Modern İran Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2009
2— CLEVELAND William L., Modern Ortadoğu Tarihi, Agorakitaplığı, İstanbul, 2015
3—LEWİS Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Arkadaş yayınevi, Ankara, 2009
4—CHALIAND Gerard veBLIN Arnaud (Editörler), Terörizmin Tarihi, Nora yayınevi, İstanbul, 2016
5—KINZER Stephen, Ezber Bozmak, İletişim, İstanbul, 2011
6—BOZARSLAN Hamit, Ortadoğu;Bir Şiddet tarihi, İletişim, İstanbul, 2011