8 Mart Nedir, Ne Değildir?

İZnews – Ezra Alagyaz | Her yılın 8 Mart günü “Dünya Kadınlar Günü” ya da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adı altında çeşitli etkinlikler, mitingler ve kutlamalar yapılsa da, 8 Mart gününe ilişkin ciddi bir anlam ve kavram kargaşası söz konusudur. Zira 8 Mart, kimi kesimler için bir “Anma Günü”, kimi kesimler için “Dünya Kadınlar Günü”, kimi […]

8 Mart Nedir, Ne Değildir?
  • 8 Mart 2018 14:14
  • 8 Mart 2018 14:45

İZnews – Ezra Alagyaz | Her yılın 8 Mart günü “Dünya Kadınlar Günü” ya da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adı altında çeşitli etkinlikler, mitingler ve kutlamalar yapılsa da, 8 Mart gününe ilişkin ciddi bir anlam ve kavram kargaşası söz konusudur. Zira 8 Mart, kimi kesimler için bir “Anma Günü”, kimi kesimler için “Dünya Kadınlar Günü”, kimi kesimler için “Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü”, kimi kesimler için ise “Kadın Bayramı”dır. Gerek bu anlam ve kavram kargaşasının son bulması, gerekse de 8 Mart’ın tarihsel zeminine oturtulabilmesi için, öncelikle 8 Mart’a ruh ve anlam veren hareketle, genel olarak kadın hareketinin çıkış noktalarının bir ve aynı olmadığını belirlemek bir zorunluluktur.

Tarihte kadın direnişlerinin ve hareketlerinin tarihi, erkek egemenliğinin ve sınıfların tarihi kadar eskidir. Ama burada tartışılan kapitalizmin tarihi içerisinde kadın hareketi olduğundan, biz de kadın hareketi, yani feminist hareket derken, esasen kapitalizmin tarihi içerisinde ortaya çıkmış olan kadın hareketini kastetmekteyiz.

Evet, belirttiğimiz gibi kadın hareketi hem tarihsel olarak daha eski, hem de talepleri ve dayandığı dinamikler bakımından, 8 Mart’a ilham veren işçi kadınların hareketinden farklıdır.

Politik bir hareket olarak Feminizmin tarihi 16. yüzyıla dayanır. Feminizmin temel talebi, eşit haklardır. Feminizm düşüncesi, sonraları ise feminist hareket, kadınlar için erkeklerin sahip olduğu hakları talep eden bir düşünce ve hareket olarak doğmuştur. Bu hareket heterojendir ve öznesi kadınların tamamıdır.

8 Mart’a ilham veren hareket ise işçi sınıfının bir kesimini oluşturan kadın işçilerin hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Bu hareket, feminist hareketin aksine bütün kadınlar için hayatın her alanında erkeklerle eşit haklar değil, işçi kadınların koşullarının iyileştirilmesini hedefleyen ve sınıflar üstü bir hareket olarak değil, bir sınıf hareketi olarak doğmuştur.

Bilindiği gibi, 8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde dokuma işçisi 40.000 kadın işçi daha iyi çalışma koşulları talebiyle bir tekstil fabrikasında greve başlamıştı.

Grevci işçilerin en temel talepleri, 16 saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerin yükseltilmesiydi. Bu grev, tekstil ve tütün fabrikalarında birbiri ardına grevlerin başlamasına da öncülük etti.

8 Mart’ın tarihe kayıt düşülmesi için bu yetmedi, bunun için yarım yüzyıl daha beklemek gerekecekti.

8 Mart 1857’de meydana gelen grevlerin yıldönümünde, yani 8 Mart 1908 yılında yine New York’ta “Cotton” tekstil fabrikasında kadın işçilerin daha iyi çalışma koşulları için öne sürdükleri taleplerle grev başladı. Patron, grevci kadınlarla, diğer işçilerin dayanışmasını engellemek için kadın işçileri fabrikaya kilitledi. Fabrikada çıkan yangında, 129 grevci kadın işçi yanarak öldü.

Bu olaydan sonradır ki 8 Mart bir milat olarak kabul edilir oldu, ama işçi sınıfı saflarındaki egemen erkek zihniyeti nedeniyle işçi sınıfının tamamı açısından bir milat olarak kabul görmedi. Zira bunun için erkek işçilerin öncülük ettiği bir hareket gerekiyordu.

1910’da Kopenhag’da toplanan İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı, 8 Mart’ı birleşik uluslararası eylem günü olarak kararlaştırdı. Ve 1911 yılı itibariyle 8 Mart, ilk defa çok kitlesel olarak anılır oldu. Bu hareketin en önemli talepleri: Kadınlara oy hakkı, eşit işe eşit ücret, sekiz saatlik işgünü, analık hakları ve emperyalist savaşların son bulması idi.

8 Mart anısına yapılan etkinlik ve eylemlerde ön plana taşınan bir başka nokta ise, Mart ayına denk gelmesi dolayısıyla Paris Komünü’nün anılmasıydı.

1911 yılı itibariyle uluslararası çapta bir sınıf hareketi olan 8 Mart, 1921 yılına kadar Mart ayının çeşitli günlerinde bir eylem günü olarak varlığını sürdürdü.

Komintern bünyesinde 1921 yılında Moskova’da toplanan II. Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’nda alınan kararla 8 Mart tarihi resmen kabul edildi ve bu tarih itibariyle de dünyanın her tarafında 8 Mart, “Uluslararası Kadınlar Günü” ya da “Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü” olarak kabul gördü.

8 Mart’a İlham Veren, Genel Kadın Hareketi ya da İşçi Sınıfının Genel Hareketi değil, İşçi Kadınların Hareketidir

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, sınıf mücadelesinde bir milat, bir başka anlamda “Kadın İşçilerin 1 Mayısı” olan 8 Mart, genel anlamda kadınların kurtuluşunu ya da kadın erkek eşitliğini esas alan bir kadın hareketi değil, işçi kadınların hareketidir.

Kadın hareketi gibi sınıflar üstü toplumsal bir hareket değil, öncelikli olarak bir sınıf hareketidir.

Bu anlamıyla da gerek 1910 yılında Kopenhag’daki İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, gerekse de 1921 yılında Moskova’da yapılan II. Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart’ın bu niteliği doğru kavranmıştır.

Her iki kadın konferansının gerek kadınların kurtuluşu meselesine ilişkin anlayışında, gerekse de bu konferanslarda alınan kararlarda ciddi sıkıntılar olduğu muhakkaktır.

Örneğin her iki konferans da, kadınların kurtuluşu ile emeğin kurtuluşunu bir ve aynı görmektedir.

Her iki konferansın da örgütleyicilerinden olan Clara Zetkin, meseleyi şu şekilde özetlemektedir:

 

“Yönergeler, cinsiyet köleliğinin ve sınıf köleliğinin nedeninin son tahlilde özel mülkiyet olduğu ve kadınların tam kurtuluşunun ancak ve yalnızca üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması ve onların toplumsal mülkiyete dönüştürülmesi ile güvence altına alınabileceği tespitinden yola çıkmaktadır. (…) Proletaryanın devrimci sınıf mücadelesi olmaksızın kadınların gerçek ve tam kurtuluşu olanaksızdır, kadınlar bu mücadeleye katılmaksızın kapitalizmin parçalanması, sosyalist yeniyi yaratma olanaksızdır.” (Inter Yayınları: C. Zetkin, KADIN SORUNU ÜZERİNE SEÇME YAZILAR, s. 123)

 

Clara Zetkin’in bu yazdıkları, esasında dönemin komünist kadınlarının ve tabii ki bir bütün olarak komünist hareketin kadınların kurtuluşu meselesine ilişkin yaklaşımını ifade eder. Bu yaklaşım bir yanıyla doğru olsa da, bir yanıyla da yanlıştır. Zira nasıl ki 8 Mart olarak tarihe geçen işçi kadınların hareketi, genel olarak kadınların kurtuluşu ile bir ve aynı şey değilse, aynı şekilde genel olarak kadınların kurtuluşu da işçi kadınların kurtuluşu ile bir ve aynı şey değildir.

İşçi Kadınların Kurtuluşu ile Kadınların Kurtuluşu, Bir ve Aynı Şey Değildir

Clara Zetkin’in ifade ettiklerinden de anlaşılacağı gibi, sosyalist hareketin yaklaşımı şudur: “Kapitalizm yıkılmadan kadınlar kurtulamaz!”

Eğer kadınların kurtuluşundan, gerçek anlamda kurtuluşu anlayacak olursak, bu anlayış doğrudur. Gerçek ve tam kurtuluşun ön koşulu, kapitalist sistemi imha etmektir. Gerçek ve tam kurtuluş ise, ancak komünist bir toplumda mümkündür.

Ama “Kadınların Kurtuluşu”nu esas alan kadın hareketinin kadınların kurtuluşundan anladığı bu değildir. Kadın hareketinin “Kurtuluş” derken kast ettiği, kelimenin dar anlamında bir kurtuluştur, yani erkekler kadar efendi ya da köle olmaktır.

Kadın hareketi, erkek egemen yaşam karşısındaki duruşu itibariyle “özgürlükçü” bir hareket olmasına rağmen,  hedefleri itibariyle bir eşit kölelik ya da eşit efendi olabilme hareketidir. Yani özgürleşme yürüyüşünü kendi ezenine erişmeye, ezeni kadar “özgür” olmaya, eşit köle olmaya, eşit efendi olmaya endekslemiş bir harekettir. Kadın hareketi, (bu hareketin bir parçası olan sosyalist feministler hariç) haklılar hareketi olmasına rağmen, tam eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumsal yaşam projesine sahip değildir. Ama buna rağmen eşitlikçi bir dünya kurabilme mücadelesinin vazgeçilmezidir. Bu anlamıyla da kadınlara, “Kurtuluş için devrimi bekleyin” demek doğru olmadığı gibi, gerçekçi de değildir. Zaten kadın hareketi de bunu gerçekçi bulmadığı içindir ki beklemek yerine, “Hemen şimdi” şiarını benimsemiş, harekete geçmiş ve hem önemli mevziler kazanmış, hem de bu meseleyle ilgili olarak sosyalist hareketin kendi görüşlerini gözden geçirmesine katkı sunmuştur.

Sonuç Yerine

8 Mart’ın tarihsel anlamı ve niteliğinin doğru anlaşılması ve onun temsil ettiği çizginin geliştirilebilmesi için öncelikle kadın işçiler açısından bir milat olan bu günün genel kadın hareketinin kendisi olmadığını açık etmek gerekmektedir.

Bu demek değildir ki işçi sınıfının bir kesimi olan kadın işçiler, kadın hareketi ile aralarına mesafe koymalıdırlar. Bilakis, kadın işçiler kadın hareketiyle daha doğrudan bağ kurmalı, onun aktif bir bileşeni olmalıdırlar; ama bunu yaparken, ne bu hareketin genel ve sınıflar üstü kimliği içinde erimelidirler, ne de kadın hareketini işçi sınıfının ya da emeğin kurtuluşu davasına tabi kılmaya kalkışmalıdırlar.

İşçi sınıfının bir parçası olmayan, hatta ve hatta burjuva sınıfının bir parçası olan kadınlar, nasıl ki kadın hareketinin içinde yer alırken, kendi sınıfsal ayrılıklarını ve çıkarlarını muhafaza ediyorlarsa, aynı biçimde kadın işçiler de sınıf olmaktan kaynaklanan ayrılıklarını ısrarla korumalıdırlar.

Bu yapılmadığı takdirde, özellikle 1960’lı yıllar itibarıyla gittikçe etkisini hissettiren genel kadın hareketinin etkisiyle her geçen gün biraz daha silikleşip, zamanla genel kadın hareketinin bir parçası olarak kabul görmeye başlayan 8 Mart, sınıfsal niteliğini tamamen yitirerek tarih olmaktan kurtulamayacaktır.